En son sevgili Gül Hanım'ın yorumu üzerine silkelenip kendime gelmemin vaktinin geldiğine karar verdim. Teşekkürler Gül Hanım gerçekten buna ihtiyacım vardı..
Bayram geçti, günler geçti, her gün mazide bir anı olarak yerini aldı.. Ama ben hiç kayıt tutmadım.. Sessizliğim belkide buna ihtiyaç duyduğumdan.. Sizi ihmal etmek istemedim ama insan bazen kendini dinlemek istiyor. Ama bu kadar dinlemek yeter biraz konuşma zamanı şimdi.. Merak etmeyin bundan sonra sık sık görüşeceğiz yeniden. :D Yani Rabbim ömür ve sağlık verdiği sürece...
Şimdi laklakı bırakalım ve geçelim Tayland'ın ikinci bölümüne..
Tayland'ın turistik kısmında ilk gidilen mekan Büyük Saray.. Maksimum şatafatı içinde barından gerçekten adını haketmiş bir yer. Kralın oğluna yaptırdığı ama oğlanın beğenmediği bunun üzerine yenide başka binaların daha kondurulduğu gösterişin inanılmaz bir şekilde gözler önüne serildiği rengarenk bir dünya...
Beni en çok etkileyen detaylar çatılardaki renklerdi.. İnci gibi dizilmiş çatı döşemeleri. Bunlar kiremit değil. Sanki seramikten yapılmış taşlar. Pırıl pırıl ve renagarenk. Her birinde ayrı bir emek ve her birinde ayrı alın teri var belli ki.
Duvarlarda tarihler resmedilmiş... Ve bu hikayelerde gene rengarenk işlenmiş. En şatafatlı detaylar varaklarla süslenmiş. Yalnız bunlardaki emek öyle bir sefere mahsus yapılıp bırakılan cinsten değil. Havadaki sıcak ve nemden bu varakların ömrü en fazla bir sene. O nedenle el işçiliği sürekli başa sarıyor düzeltmeleri. Ve bir sanatçı her sene yeniden yeniden işliyor eserini...
Binalardaki süslemelerde aynı titizlikle yeniden yeniden elden geçiyor. Benim terden üzerime yapışan kıyafetlerim, kendimi en kuytu köşelere, en serin sulara atma hayallerimin yanında; bu insanlar güneşin altında yüzlerini sıkı sıkı örtüp sanat eserlerini süslemeye devam ediyor. Sanırım sanatçı olmanın çilesi bu, onları serin tutanda sanatlarını icra etmeleri.. Nasıl bir sevdaysa bu..
Sarayın bahçesindeki bonzailer ve nilüferlerde doğal güzelliğin eserleri. Boy boy bonzailer bana küçükken izlediğim meşhür "Karate Kid" filmini anımsattı. "Bonzailer yabani ağaçlardır ve olmadık yerlerde yetişir" diodu Üstad Maigi :D Valla burası öyle yamaçlar veya uçurumlar değil ama yetişen bonzailer dudak uçurtan cinsten..
Beni en çok etkileyen ve en çok şaşırtan noktaya geldik.. Bilmem siz de benim hissettiklerimi hissedecekmisiniz..
O kadar şatafat, o kadar şaşaya rağmen benimsedikleri inanç; sade olmayı emrediyor. Ve bunun için kadın olmalarına rağmen saçlarını kazıtan, en sade ve temiz renklere bürünen budist rahibeler, zümrüt taşın oyulmasıyla yapılan, kış olduğu için altın yelek giydirilen, ve çok yükseklere yerleştirilip her tarafı pırıl pırıl süslenen "Buda"yı ziyarete geliyorlar..
Ve tüm bu şatafata tezat; insanlara ayakkabılarını çıkarttırıyorlar.. Ve kocaman harflerle Buda'nın öğretisini yazıyolar.. "Beware of your valuable possessions".. (Değerli mülkiyetlerinizden sakının...). Tuhaf dimi.. Demekki kişilerin en değerli mülkiyetleri ayakkabılarıymış.. Varaklarla süsledikleri binaları değil. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu...
Gelelim Tayland'ın modern yüzüne.. Neredeyse tüm şehri dolaşan SkyWalk adında kat kat inşa edilmiş yoldan ilerleyerek tarifiğe hiç takılmıyorsunuz.. Şehirdeki tariğin ki biz adını "Kaos" koyduk, soldan akması yeterince ters değilmiş gibi birde yayaların orta yerde gezmesi inanın hiçde iyi olmazdı..
Renklere düşkünlük taksi renklerinde bile kendini belli ediyor. Her rengi ayrı bir anlamı var taksilerde. Pembeler binilebilir, yeşiller korsan binmeyin ama genede devlet destekli, maviler de güvenli gibi.. Biz genelde pembelere bindik. Elbette taksimetre açtırmadan taksilere binmiyorsunuz. Yani pazarlık burda da şart :D. Binalarda ve trafikteki diğer renk cümbüşüde grafitilerdi. Kii alışveriş merkezinin duvarında ve otobüslerde bunlar çok güzel sergilenmiş..
Eveett gezdim, gördüm anlattım.. Peki neler yedim dimi.. Gayet zengin bir mutfak kültürü var Tayland'ın. Ben yurtdışında balık dışında et tüketmediğim için bol ama gerçekten boool miktarda balık tükettim. Özellikle karides. Her türlü karidesten yedim. Yani okadar türlü ki; kurutulmuş karides bile yedim :D
Bir çok farklı sosu burda nasıl anlatacağımı bilemediğimden, e biraz da açlığımın fotoğraf çekmenin önüne geçtiğinden size yakaladığım bir kaç kareyi gösterebiliyorum. Ki burda en ilginci, bizim sarmamız gibi, ama daha sert bir yaprağa kurumuş karides, lime, hindistan cevizi, bi çeşit otlar ve harika sosu sarıp yenilen değişik bir sarma çeşitiydi.
Bunların dışında sevgili Ebru'nun bizi tanıştırdığı aslen Japon restoranı olan Sabushi gerçekten gidilip denenmesi gereken lezzetlerle dolu.
Ana fikri "Shabu Shabu" denilen, masanın ortasında kaynayan tavuk veya sebze suyuna istediğin lezzetleri atıp haşladığın sonra gene harika soslar beraber tükettiğin bir yer. Ve elbette "Sushi" lerinde sırayla geçit yaptığı ve dilediğin kadar tüketebildiğin bi restoran. Dönen bardan dilediğiniz lezzeti alıp kendi damak tadınıza uygun harika lezzetler ortaya çıkarabiliyorsunuz. Yeniden sushinin benim damak tadıma uygun olmadığına karar verip ben pişirdiğim karideslerimi, kalamarlarımı ve nefis levreklerimi mideye indirdim.
Ve bir maceranın daha sonuna geldik.. Öncelikle bizi destekleyen, yorum bırakan, telefon açan, maillerini eksik etmeyen tüm arkadaşlarıma, bizi teeeee oralara götüren sevgili Gönenç'e, oralarda bize gönüllü rehberlik eden sevgili Ebru'ya, bu organizasyonu düzenleyip tüm ülkeleri layıkıyla ağırlayan LG'e çoook çookk teşekkürler.. Sonraki maceralar ve yarışmalarda görüşmek üzere...
Bayram geçti, günler geçti, her gün mazide bir anı olarak yerini aldı.. Ama ben hiç kayıt tutmadım.. Sessizliğim belkide buna ihtiyaç duyduğumdan.. Sizi ihmal etmek istemedim ama insan bazen kendini dinlemek istiyor. Ama bu kadar dinlemek yeter biraz konuşma zamanı şimdi.. Merak etmeyin bundan sonra sık sık görüşeceğiz yeniden. :D Yani Rabbim ömür ve sağlık verdiği sürece...
Şimdi laklakı bırakalım ve geçelim Tayland'ın ikinci bölümüne..
Tayland'ın turistik kısmında ilk gidilen mekan Büyük Saray.. Maksimum şatafatı içinde barından gerçekten adını haketmiş bir yer. Kralın oğluna yaptırdığı ama oğlanın beğenmediği bunun üzerine yenide başka binaların daha kondurulduğu gösterişin inanılmaz bir şekilde gözler önüne serildiği rengarenk bir dünya...
Beni en çok etkileyen detaylar çatılardaki renklerdi.. İnci gibi dizilmiş çatı döşemeleri. Bunlar kiremit değil. Sanki seramikten yapılmış taşlar. Pırıl pırıl ve renagarenk. Her birinde ayrı bir emek ve her birinde ayrı alın teri var belli ki.
Duvarlarda tarihler resmedilmiş... Ve bu hikayelerde gene rengarenk işlenmiş. En şatafatlı detaylar varaklarla süslenmiş. Yalnız bunlardaki emek öyle bir sefere mahsus yapılıp bırakılan cinsten değil. Havadaki sıcak ve nemden bu varakların ömrü en fazla bir sene. O nedenle el işçiliği sürekli başa sarıyor düzeltmeleri. Ve bir sanatçı her sene yeniden yeniden işliyor eserini...
Binalardaki süslemelerde aynı titizlikle yeniden yeniden elden geçiyor. Benim terden üzerime yapışan kıyafetlerim, kendimi en kuytu köşelere, en serin sulara atma hayallerimin yanında; bu insanlar güneşin altında yüzlerini sıkı sıkı örtüp sanat eserlerini süslemeye devam ediyor. Sanırım sanatçı olmanın çilesi bu, onları serin tutanda sanatlarını icra etmeleri.. Nasıl bir sevdaysa bu..
Sarayın bahçesindeki bonzailer ve nilüferlerde doğal güzelliğin eserleri. Boy boy bonzailer bana küçükken izlediğim meşhür "Karate Kid" filmini anımsattı. "Bonzailer yabani ağaçlardır ve olmadık yerlerde yetişir" diodu Üstad Maigi :D Valla burası öyle yamaçlar veya uçurumlar değil ama yetişen bonzailer dudak uçurtan cinsten..
Beni en çok etkileyen ve en çok şaşırtan noktaya geldik.. Bilmem siz de benim hissettiklerimi hissedecekmisiniz..
O kadar şatafat, o kadar şaşaya rağmen benimsedikleri inanç; sade olmayı emrediyor. Ve bunun için kadın olmalarına rağmen saçlarını kazıtan, en sade ve temiz renklere bürünen budist rahibeler, zümrüt taşın oyulmasıyla yapılan, kış olduğu için altın yelek giydirilen, ve çok yükseklere yerleştirilip her tarafı pırıl pırıl süslenen "Buda"yı ziyarete geliyorlar..
Ve tüm bu şatafata tezat; insanlara ayakkabılarını çıkarttırıyorlar.. Ve kocaman harflerle Buda'nın öğretisini yazıyolar.. "Beware of your valuable possessions".. (Değerli mülkiyetlerinizden sakının...). Tuhaf dimi.. Demekki kişilerin en değerli mülkiyetleri ayakkabılarıymış.. Varaklarla süsledikleri binaları değil. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu...
Gelelim Tayland'ın modern yüzüne.. Neredeyse tüm şehri dolaşan SkyWalk adında kat kat inşa edilmiş yoldan ilerleyerek tarifiğe hiç takılmıyorsunuz.. Şehirdeki tariğin ki biz adını "Kaos" koyduk, soldan akması yeterince ters değilmiş gibi birde yayaların orta yerde gezmesi inanın hiçde iyi olmazdı..
Renklere düşkünlük taksi renklerinde bile kendini belli ediyor. Her rengi ayrı bir anlamı var taksilerde. Pembeler binilebilir, yeşiller korsan binmeyin ama genede devlet destekli, maviler de güvenli gibi.. Biz genelde pembelere bindik. Elbette taksimetre açtırmadan taksilere binmiyorsunuz. Yani pazarlık burda da şart :D. Binalarda ve trafikteki diğer renk cümbüşüde grafitilerdi. Kii alışveriş merkezinin duvarında ve otobüslerde bunlar çok güzel sergilenmiş..
Eveett gezdim, gördüm anlattım.. Peki neler yedim dimi.. Gayet zengin bir mutfak kültürü var Tayland'ın. Ben yurtdışında balık dışında et tüketmediğim için bol ama gerçekten boool miktarda balık tükettim. Özellikle karides. Her türlü karidesten yedim. Yani okadar türlü ki; kurutulmuş karides bile yedim :D
Bir çok farklı sosu burda nasıl anlatacağımı bilemediğimden, e biraz da açlığımın fotoğraf çekmenin önüne geçtiğinden size yakaladığım bir kaç kareyi gösterebiliyorum. Ki burda en ilginci, bizim sarmamız gibi, ama daha sert bir yaprağa kurumuş karides, lime, hindistan cevizi, bi çeşit otlar ve harika sosu sarıp yenilen değişik bir sarma çeşitiydi.
Bunların dışında sevgili Ebru'nun bizi tanıştırdığı aslen Japon restoranı olan Sabushi gerçekten gidilip denenmesi gereken lezzetlerle dolu.
Ana fikri "Shabu Shabu" denilen, masanın ortasında kaynayan tavuk veya sebze suyuna istediğin lezzetleri atıp haşladığın sonra gene harika soslar beraber tükettiğin bir yer. Ve elbette "Sushi" lerinde sırayla geçit yaptığı ve dilediğin kadar tüketebildiğin bi restoran. Dönen bardan dilediğiniz lezzeti alıp kendi damak tadınıza uygun harika lezzetler ortaya çıkarabiliyorsunuz. Yeniden sushinin benim damak tadıma uygun olmadığına karar verip ben pişirdiğim karideslerimi, kalamarlarımı ve nefis levreklerimi mideye indirdim.
Ve bir maceranın daha sonuna geldik.. Öncelikle bizi destekleyen, yorum bırakan, telefon açan, maillerini eksik etmeyen tüm arkadaşlarıma, bizi teeeee oralara götüren sevgili Gönenç'e, oralarda bize gönüllü rehberlik eden sevgili Ebru'ya, bu organizasyonu düzenleyip tüm ülkeleri layıkıyla ağırlayan LG'e çoook çookk teşekkürler.. Sonraki maceralar ve yarışmalarda görüşmek üzere...
ohhh okudum bayıldım, gidilesi bir yermiş gerçekten.
YanıtlaSilbu siteyle bugün tanıştım ama bütün tariflerin ve fotoların altına yorum yazmak istiyorum.ne kadar şanslısınız çok güzel bi macera olmuş tayland gerçekten muazzam bir kültür.bzden farklı olsalarda gerçek bir tarih.avrupa gibi sahte ve yapmacık gelmiyor bana.darısı başıma:)
YanıtlaSilOfff offf !
YanıtlaSilHer yazıda biraz daha çatlıyorum, bu yazının bir üçüncüsü olursa Müge diye bir şey kalmayacak :)
Çok şahane bir yermiş ya ! Yasocan benide götür bir dahaki sefere :)))
Her detaya ayrı bayıldımm.
Tabi bunda anlatanın payı çok büyük şekercim.
Öperim
Merhaba Yasemin Abla'cım. Sitenin sessiz takipçilerinden biriyim. Tayland'a gitmenize ne kadar sevindim anlatamam. Ama herşey nasip nasipten ötesi olmuyor. Artık canını sıkma. Demekki hakkınızda hayırlı olan buymuş. Sen ve ekibindekiler gönlümüzün birincilerisiniz. Senin ne kadar hamarat ve yetenekli olduğuna biz kefiliz.
YanıtlaSilSeni geçen Devletşah'ın makarna yaptığı sitede gördüm. Sana sempatim bir kat daha arttı. Çok şeker ve cici bir hanımsın.
Kocamaaaan öptüm,
Canan